Emre
New member
Soğuk Etler Nelerdir? – Bir Sofranın Sessiz Hikâyesi
Selam dostlar,
Bugün size bir tarif değil, bir hikâye anlatmak istiyorum. Başlığı gördüğünüzde “soğuk etler” deyince aklınıza belki jambon, roast beef, hindi füme ya da pastırma geldi. Ama ben size bu kelimenin ardında saklı başka bir soğukluğu, başka bir lezzeti ve bazen de başka bir duyguyu anlatmak istiyorum. Çünkü bazı sofralar sadece karın doyurmaz; hatıra taşır, suskunluğu taşır, bazen kırgınlıkları bile dilimlenmiş etler gibi inceltilir o masada.
---
Bir Sofra Kurulur: Soğuk Etler ve Sessizlik
Bir sonbahar akşamıydı. Rüzgâr, balkondaki demir sandalyeleri birbirine vuruyor, ince bir ses çıkarıyordu. Evin içinde uzun bir masa kuruldu: kristal bardaklar, beyaz keten örtü, gümüş çatallar… ve ortasında büyük bir tabak: soğuk etler.
O masada üç kişi vardı: Selim, Eda ve yaşlı bir kadın—Selim’in annesi. Masaya bakan herkesin yüzünde farklı bir ifade, farklı bir geçmiş vardı.
Selim için soğuk etler, stratejiydi: Hazırlığı önceden yapılan, vakti geldiğinde sadece dilimlenip servis edilen, planlı bir menü.
Eda içinse o etler, duygu yüklü bir semboldü: Önceden pişmiş ama artık sıcaklığı kaybolmuş ilişkilerin, yeniden ısıtılamayan anların metaforu.
Anne içinse hepsi “yemekti işte”; karnı doysunlar, kavga etmesinler diye hazırlanmış bir gece menüsü.
Ama o gece, soğuk etler sadece mideleri değil, bir evliliğin sessizliğini de doyurdu.
---
Selim: Soğukkanlılığın Ardındaki Hesap
Selim, mühendis bir adamdı. Hayatında her şey planlıydı: kahvaltı 07.15, toplantı 09.00, akşam yemeği 19.30. Her hareketi ölçülü, her cümlesi dengeliydi. Soğuk etleri seviyordu çünkü kontrol edilebilirdi. Isısı ölçülebilir, sunumu önceden hazırlanabilir, sürprizi yoktu.
Ona göre evlilik de bir mühendislik projesiydi. Gereksinimleri belliydi: düzen, sadakat, huzur. Fakat duygular –özellikle de belirsiz olanlar– o denkleme uymuyordu.
Eda bazen sofrada suskun kalınca, Selim bunu bir hata gibi görüyordu: “Ne oldu şimdi? Her şey hazır, neden gerginsin?”
Oysa Eda’nın derdi masa değil, masanın altındaki buzdu.
Selim’in stratejik aklı, sevgiyi veriye dönüştürmeye çalışıyordu.
Ama sevgi, ölçülemeyen bir sıcaklıktı. Ve “soğuk et” gibi, bir kez soğuyunca geri dönmüyordu.
---
Eda: Sıcaklığı Arayan Kadın
Eda, sanat tarihi okuyordu. Renkleri, kokuları, dokuları anlamaya programlı bir ruha sahipti. Soğuk etlerin olduğu masada, çatalını her defasında sessizce bırakır, tabağın kenarına bakardı. Çünkü o tabakta gördüğü şey “yemek” değil, ilişkinin rengi solmuş haliydi.
Bir akşam, dayanamadı:
— Selim, sen farkında mısın, ne zaman konuşsak bir şey eksik?
— Eksik olan ne Eda? Masa dolu, yemek var, mum yanıyor. Daha ne olsun?
— Sıcaklık Selim. Her şey var ama sıcaklık yok. Bu etler gibi…
Selim sessiz kaldı. Çünkü Eda’nın dediği şeyi ölçemezdi. O, problemi çözecek bir formül aradı; ama duyguların mühendisliği yoktu.
Kadınların empatik bakışı bazen kelimelere sığmaz. Eda o masada sadece bir akşam yemeğini değil, bir ilişkinin donma noktasını fark etmişti.
---
Anne: Gelenekten Gelen Bilgelik
Anne, o sofrayı kurarken aslında her şeyi biliyordu. Soğuk etleri seçmesi tesadüf değildi.
“Bazı yemekler, sıcak pişirilip soğuyunca daha güzelleşir,” demişti.
Belki de oğluna ve gelinine hayatın dersini anlatıyordu: “Her şey anında sıcak kalmaz evladım, bazı şeyler demlenerek tadını bulur.”
Ama o gece, o etler ne kadar lezzetli olursa olsun, kimsenin içini ısıtmadı.
Çünkü bazı soğukluklar, buzdolabında değil, kalpte başlıyordu.
---
Soğuk Etlerin Anlamı: Biyolojik Değil, Psikolojik
Gerçek dünyada soğuk etler; roast beef, jambon, füme hindi, pastırma, soğuk köfte, hatta haşlanmış tavuğun ince dilimleri olabilir.
Ama hikâyenin içinde, “soğuk et” bir semboldür:
- Hazırlığı tamam ama sıcaklığı kaybolmuş ilişkiler.
- Birbirine dokunmayan çiftlerin aynı masadaki sessizliği.
- İçinde sevgi olan ama ifadesi eksik cümleler.
Selim’in dünyasında “soğuk et” bir tercih; düzenin parçasıydı.
Eda’nın dünyasında ise “soğuk et” bir uyarıydı; artık ısıtılması gereken bir bağ vardı.
Bu fark, erkeklerin çözüm odaklılığı ile kadınların empati gücü arasındaki o kadim dengeyi yeniden hatırlatıyordu. Erkek, “Nasıl düzeltirim?” diye sorarken; kadın, “Neyi hissetmiyorum?” diye soruyordu.
---
Soğuyan Masalar, Sıcacık Kalpler
O gece sofradaki konuşmalar sustu ama gözler çok şey söyledi.
Selim bir anlığına tabağındaki et dilimine baktı, sonra Eda’ya.
“Belki de haklısın,” dedi. “Her şey düzenli ama tadı yok.”
Eda gülümsedi. “Soğuk etler bile, eğer istersen yeniden ısınabilir Selim.”
Sonra ikisi de kalkıp mutfağa gittiler. O soğuk tabağı mikrodalgaya koydular, birlikte beklediler.
O an, mutfakta hem sessizlik hem umut vardı.
Çünkü mesele etin sıcaklığı değil, yeniden ısıtma isteğiydi.
---
Hayatın Sofrasında Soğuk Etler
Belki de hepimizin hayatında bir “soğuk et tabağı” vardır:
- Uzun süredir aramadığımız bir dost,
- İçimizi soğutan bir sessizlik,
- Sıcak başlamış ama zamanla donmuş bir hayal.
Hayat, bu tabakları önümüze sık sık koyar. Kimi yeniden ısıtırız, kimi çöpe gider, kimi de yıllarca buzdolabında kalır.
Ama insan olmanın sırrı belki de şu: Hangi tabağın hâlâ ısıtılmaya değer olduğunu bilmek.
---
Forumdaşlara Soru: Sizin Soğuk Etiniz Ne?
- Sizce “soğuk et” sadece bir yemek midir, yoksa ilişkilerin bir metaforu olabilir mi?
- Erkeklerin “çözüm bulma” yaklaşımıyla kadınların “duygusal ısıtma” çabası sizce nerede dengelenir?
- Hiç yeniden ısıttığınız bir “soğuk ilişki” oldu mu? Gerçekten eski tadına döndü mü?
- Soğuk etin güzelliği onun dinginliğinde mi, yoksa sıcaklığın özlemini hatırlatmasında mı?
---
Son Söz: Her Soğuk Etin İçinde Bir Sıcak Hikâye Saklıdır
Soğuk etler, aslında geçmişin hatırasıdır. Önceden pişirilmiş, emek verilmiş, ama bir süre sonra sessizleşmiş şeylerdir.
Tıpkı ilişkiler gibi, tıpkı dostluklar gibi…
Yine de unutmayın, soğuk olsa da lezzetini yitirmez.
Yeter ki siz o sofraya hâlâ oturmak isteyin.
Belki de hayatta en güzel şey, soğuk bir et tabağını yeniden paylaşabilmek,
ve birinin “Afiyet olsun” derken gerçekten “Yanımda kal” demesidir.
Selam dostlar,
Bugün size bir tarif değil, bir hikâye anlatmak istiyorum. Başlığı gördüğünüzde “soğuk etler” deyince aklınıza belki jambon, roast beef, hindi füme ya da pastırma geldi. Ama ben size bu kelimenin ardında saklı başka bir soğukluğu, başka bir lezzeti ve bazen de başka bir duyguyu anlatmak istiyorum. Çünkü bazı sofralar sadece karın doyurmaz; hatıra taşır, suskunluğu taşır, bazen kırgınlıkları bile dilimlenmiş etler gibi inceltilir o masada.
---
Bir Sofra Kurulur: Soğuk Etler ve Sessizlik
Bir sonbahar akşamıydı. Rüzgâr, balkondaki demir sandalyeleri birbirine vuruyor, ince bir ses çıkarıyordu. Evin içinde uzun bir masa kuruldu: kristal bardaklar, beyaz keten örtü, gümüş çatallar… ve ortasında büyük bir tabak: soğuk etler.
O masada üç kişi vardı: Selim, Eda ve yaşlı bir kadın—Selim’in annesi. Masaya bakan herkesin yüzünde farklı bir ifade, farklı bir geçmiş vardı.
Selim için soğuk etler, stratejiydi: Hazırlığı önceden yapılan, vakti geldiğinde sadece dilimlenip servis edilen, planlı bir menü.
Eda içinse o etler, duygu yüklü bir semboldü: Önceden pişmiş ama artık sıcaklığı kaybolmuş ilişkilerin, yeniden ısıtılamayan anların metaforu.
Anne içinse hepsi “yemekti işte”; karnı doysunlar, kavga etmesinler diye hazırlanmış bir gece menüsü.
Ama o gece, soğuk etler sadece mideleri değil, bir evliliğin sessizliğini de doyurdu.
---
Selim: Soğukkanlılığın Ardındaki Hesap
Selim, mühendis bir adamdı. Hayatında her şey planlıydı: kahvaltı 07.15, toplantı 09.00, akşam yemeği 19.30. Her hareketi ölçülü, her cümlesi dengeliydi. Soğuk etleri seviyordu çünkü kontrol edilebilirdi. Isısı ölçülebilir, sunumu önceden hazırlanabilir, sürprizi yoktu.
Ona göre evlilik de bir mühendislik projesiydi. Gereksinimleri belliydi: düzen, sadakat, huzur. Fakat duygular –özellikle de belirsiz olanlar– o denkleme uymuyordu.
Eda bazen sofrada suskun kalınca, Selim bunu bir hata gibi görüyordu: “Ne oldu şimdi? Her şey hazır, neden gerginsin?”
Oysa Eda’nın derdi masa değil, masanın altındaki buzdu.
Selim’in stratejik aklı, sevgiyi veriye dönüştürmeye çalışıyordu.
Ama sevgi, ölçülemeyen bir sıcaklıktı. Ve “soğuk et” gibi, bir kez soğuyunca geri dönmüyordu.
---
Eda: Sıcaklığı Arayan Kadın
Eda, sanat tarihi okuyordu. Renkleri, kokuları, dokuları anlamaya programlı bir ruha sahipti. Soğuk etlerin olduğu masada, çatalını her defasında sessizce bırakır, tabağın kenarına bakardı. Çünkü o tabakta gördüğü şey “yemek” değil, ilişkinin rengi solmuş haliydi.
Bir akşam, dayanamadı:
— Selim, sen farkında mısın, ne zaman konuşsak bir şey eksik?
— Eksik olan ne Eda? Masa dolu, yemek var, mum yanıyor. Daha ne olsun?
— Sıcaklık Selim. Her şey var ama sıcaklık yok. Bu etler gibi…
Selim sessiz kaldı. Çünkü Eda’nın dediği şeyi ölçemezdi. O, problemi çözecek bir formül aradı; ama duyguların mühendisliği yoktu.
Kadınların empatik bakışı bazen kelimelere sığmaz. Eda o masada sadece bir akşam yemeğini değil, bir ilişkinin donma noktasını fark etmişti.
---
Anne: Gelenekten Gelen Bilgelik
Anne, o sofrayı kurarken aslında her şeyi biliyordu. Soğuk etleri seçmesi tesadüf değildi.
“Bazı yemekler, sıcak pişirilip soğuyunca daha güzelleşir,” demişti.
Belki de oğluna ve gelinine hayatın dersini anlatıyordu: “Her şey anında sıcak kalmaz evladım, bazı şeyler demlenerek tadını bulur.”
Ama o gece, o etler ne kadar lezzetli olursa olsun, kimsenin içini ısıtmadı.
Çünkü bazı soğukluklar, buzdolabında değil, kalpte başlıyordu.
---
Soğuk Etlerin Anlamı: Biyolojik Değil, Psikolojik
Gerçek dünyada soğuk etler; roast beef, jambon, füme hindi, pastırma, soğuk köfte, hatta haşlanmış tavuğun ince dilimleri olabilir.
Ama hikâyenin içinde, “soğuk et” bir semboldür:
- Hazırlığı tamam ama sıcaklığı kaybolmuş ilişkiler.
- Birbirine dokunmayan çiftlerin aynı masadaki sessizliği.
- İçinde sevgi olan ama ifadesi eksik cümleler.
Selim’in dünyasında “soğuk et” bir tercih; düzenin parçasıydı.
Eda’nın dünyasında ise “soğuk et” bir uyarıydı; artık ısıtılması gereken bir bağ vardı.
Bu fark, erkeklerin çözüm odaklılığı ile kadınların empati gücü arasındaki o kadim dengeyi yeniden hatırlatıyordu. Erkek, “Nasıl düzeltirim?” diye sorarken; kadın, “Neyi hissetmiyorum?” diye soruyordu.
---
Soğuyan Masalar, Sıcacık Kalpler
O gece sofradaki konuşmalar sustu ama gözler çok şey söyledi.
Selim bir anlığına tabağındaki et dilimine baktı, sonra Eda’ya.
“Belki de haklısın,” dedi. “Her şey düzenli ama tadı yok.”
Eda gülümsedi. “Soğuk etler bile, eğer istersen yeniden ısınabilir Selim.”
Sonra ikisi de kalkıp mutfağa gittiler. O soğuk tabağı mikrodalgaya koydular, birlikte beklediler.
O an, mutfakta hem sessizlik hem umut vardı.
Çünkü mesele etin sıcaklığı değil, yeniden ısıtma isteğiydi.
---
Hayatın Sofrasında Soğuk Etler
Belki de hepimizin hayatında bir “soğuk et tabağı” vardır:
- Uzun süredir aramadığımız bir dost,
- İçimizi soğutan bir sessizlik,
- Sıcak başlamış ama zamanla donmuş bir hayal.
Hayat, bu tabakları önümüze sık sık koyar. Kimi yeniden ısıtırız, kimi çöpe gider, kimi de yıllarca buzdolabında kalır.
Ama insan olmanın sırrı belki de şu: Hangi tabağın hâlâ ısıtılmaya değer olduğunu bilmek.
---
Forumdaşlara Soru: Sizin Soğuk Etiniz Ne?
- Sizce “soğuk et” sadece bir yemek midir, yoksa ilişkilerin bir metaforu olabilir mi?
- Erkeklerin “çözüm bulma” yaklaşımıyla kadınların “duygusal ısıtma” çabası sizce nerede dengelenir?
- Hiç yeniden ısıttığınız bir “soğuk ilişki” oldu mu? Gerçekten eski tadına döndü mü?
- Soğuk etin güzelliği onun dinginliğinde mi, yoksa sıcaklığın özlemini hatırlatmasında mı?
---
Son Söz: Her Soğuk Etin İçinde Bir Sıcak Hikâye Saklıdır
Soğuk etler, aslında geçmişin hatırasıdır. Önceden pişirilmiş, emek verilmiş, ama bir süre sonra sessizleşmiş şeylerdir.
Tıpkı ilişkiler gibi, tıpkı dostluklar gibi…
Yine de unutmayın, soğuk olsa da lezzetini yitirmez.
Yeter ki siz o sofraya hâlâ oturmak isteyin.
Belki de hayatta en güzel şey, soğuk bir et tabağını yeniden paylaşabilmek,
ve birinin “Afiyet olsun” derken gerçekten “Yanımda kal” demesidir.