Sempozyum nasıl yapılır ?

Irem

New member
Sempozyum Nasıl Yapılır? Bir Hikâyenin İçinden Öğrendiklerimiz

Geçen yıl bir sempozyum düzenlemeye karar verdik. Benim için oldukça heyecan verici, aynı zamanda korkutucu bir deneyimdi. Birçok farklı bakış açısını bir araya getirmek, onları aynı çatı altında toplamak ve ardından anlamlı bir diyalog başlatmak... Hepsi kulağa çok güzel gelse de pratikte büyük bir sorumluluktu. Bu yazı, sempozyumun nasıl yapıldığını ve bu sürecin içinde nasıl denge kurduğumuzu anlatan bir hikâye olacak. Belki de sizin de böyle bir organizasyonu planlarken yardımcı olacak birkaç fikir bulabilirsiniz.

Başlangıç: İlham ve Hayal Kurma

Günlerden bir gün, sempozyum düzenleme fikri ilk olarak Çağıl’ın aklına geldi. Çağıl, uzun zamandır iş dünyasında çalışıyor, hep daha büyük ve daha etkili işler yapmak istiyordu. Çözüm odaklı bir yaklaşımı vardı, sürekli bir adım ötesini planlıyordu. O, strateji üzerinde yoğunlaşan, her şeyin en iyi şekilde organize edilmesi gerektiğine inanan biriydi. “Bir sempozyum yapalım,” dedi bir akşam yemeğinde, konuşmamıza başladığımızda. “Bu şehirde çok fazla bilgi ve yenilik var, ama paylaşan yok.”

Onun bu fikri beni heyecanlandırmıştı. Fakat Çağıl’ın aksine, ben hemen sürecin insan boyutunu düşünmeye başladım. Toplantılarda insanların sadece bilgi aktarımı yapmadığını, aynı zamanda duygusal bağlar kurarak etkileşimde bulunduklarını hatırlıyordum. Bir sempozyum, sadece bir sunumdan ibaret değildi; orada insana dair her şeyin devreye girdiği bir alan vardı. İnsanlar birbirleriyle konuşur, sorular sorar, cevapsız kalan düşüncelerini paylaşır, bazen de empati kurarak birbirlerine dokunurlardı.

Karakterlerin Sempozyuma Girişi: Çağıl ve Ben

Çağıl, sempozyumun temalarını belirlemeye başladı: “Teknolojik Yenilikler”, “Sosyal Değişim”, “Sürdürülebilir Kalkınma”… Her biri büyük, soyut ve başlı başına birer konferans konusu olabilecek derinlikteydi. Ama ben, daha küçük bir soruya odaklanmak istiyordum. “Sempozyumun sonunda katılımcıların ne hissetmelerini istiyoruz? Bilgi alıp çıkmalarını mı, yoksa gerçekten bir şeylerin değiştiğini düşündüklerinde ayrılmalarını mı?”

Çağıl, bu soruya pek takılmadı, çünkü o anki hedefi oldukça netti: “Bunu stratejik olarak ele alalım. Katılımcılara bir deneyim sunacağız. O deneyimi planlamalıyız.” O sırada, bir sempozyumun sadece katılımcılara bir şey öğretmekle kalmadığını, aynı zamanda onların birbirleriyle kurduğu bağları da önemli olduğunu düşündüm.

Bir sonraki gün, sempozyumun ana hatlarını çizmek için çalışmaya başladık. Çağıl, her şeyin tam bir şekilde planlanmasını istedi. Sahne düzeni, katılımcıların sıralamaları, her sunumun uzunluğu… Her şey hesaplanmalıydı. Ancak, ben sunumların arasında katılımcılara düşünme zamanı bırakmanın ve birbirleriyle daha fazla etkileşimde bulunmalarını sağlamanın önemini vurguladım. İnsanlar bir sempozyumdan sadece bilgi almakla kalmaz, aynı zamanda o bilgiyi içselleştirip, başkalarıyla paylaştıkça büyütürler.

Tartışmalar ve Karşıt Görüşler: Erkekler ve Kadınlar Farklı Bakıyor

Sempozyumun içerik ve organizasyon aşamalarında, fikirlerimiz birbirinden farklı yönlere savruluyordu. Çağıl, organizasyonun sıkı olmasını istiyordu; her sunumun zamanında bitmesi, her konuşmacının sırasıyla yerini alması gerektiğini vurguluyordu. Ben ise sempozyumda esneklik olmasının gerektiğini, insanların doğrudan konuşmalara katılabilecekleri daha samimi bir ortamda bulunmalarını savunuyordum.

Çağıl’ın bakış açısı, pragmatik bir yaklaşım olduğu kadar, olayları çözüm odaklı görmekle de ilgiliydi. Her şeyin yolunda gitmesi için sürekli bir plan yapma ve onun dışında bir aksaklık olmasından korkma hali… Bu durumun, sempozyumda spontane gelişen olayların değerini gölgeleyeceğinden endişeliydim. Empati kurarak, katılımcılara daha fazla zaman tanımayı, soru-cevap bölümleriyle katılımcıları birbirleriyle daha fazla tanıştırmayı önerdim.

Bir gün, bu konuda büyük bir tartışma yaşadık. Çağıl, bir konuyu oldukça stratejik bir şekilde çözmek isterken, ben daha çok insan odaklı bir yaklaşım sergiliyordum. Ancak, sonunda anladık ki, ikimizin bakış açıları birbirini tamamlıyordu. Çağıl, sempozyumun verimli ve etkili bir şekilde geçmesini sağlarken, benim önerdiğim esnek yaklaşım, katılımcılara daha fazla insani bağ kurma fırsatı sunacaktı.

Sempozyumun Gerçekleşmesi: İnsanlar, Bağlar ve Yeni Bir Perspektif

Bir hafta sonra, sempozyum başladı. Sempozyumun ilk kısmında Çağıl’ın önerdiği gibi her şey düzenli bir şekilde ilerliyordu: Her konuşma zamanında başladı ve belirlenen süre içinde tamamlandı. Ancak, sonrasında bir değişim başladı. İnsanlar daha rahat, daha samimi bir ortamda birbirleriyle konuşmaya başladılar. Katılımcılar, bir sorun hakkında duydukları farklı bakış açılarını ve duygularını paylaşırken, sunumların ötesinde bir etkileşim yaşandı. Gözlemlerimi Çağıl’a anlattığımda, onun da bu etkileşimi fark ettiğini gördüm. Aslında sempozyum sadece bir öğrenme değil, bir bağlantı kurma alanına dönüşmüştü.

Sonuç: Sempozyumun Katkısı ve Düşünceler

Sonunda sempozyum sona erdiğinde, hepimiz derin bir nefes aldık. Bu süreç, organizasyon ve insan odaklı bakış açılarını birleştirmenin zorluğunu ama aynı zamanda ne kadar değerli olduğunu bize öğretti. Belki de bu deneyim, sempozyumun sadece bilgi aktarımından ibaret olmadığını, aynı zamanda insanları bir araya getirip, onların birbirlerinden ilham almasını sağlamak olduğunu gösterdi.

Bir sempozyum düzenlerken sadece katılımcıların ne öğrendiği değil, aynı zamanda birbirleriyle kurdukları bağlar, paylaştıkları deneyimler ve oluşturdukları yeni fikirler de çok önemlidir. Peki sizce, bir sempozyumun en önemli unsuru nedir? Bilgi paylaşımı mı, yoksa insan ilişkileri ve etkileşimleri mi?